Last updated on September 18, 2020
Bir kaç senedir her sabah düzenli olarak takip ettiğim bir radyo programı var. Önceleri işsizdim ve sabahın “köründe” ilk duyduğum sesin Murat Taylan‘ın sesi olmasından nefret ediyordum. Nefret çok ağır ve güçlü bir kelime elbette. Ama o an hissettiğim duygu buydu ve tanımını yumuşatma fikri bana sahtekarlık gibi geliyor. Sadece uyanış anından bahsediyorum, yoksa programını her zaman çok sevdim. İşe başlayıp genellikle emekçiler için iş başı saati olan o sabahın kör saatinde yaklaşık yarım saatlik bir fırsatım oluyor programı dinlemek için.
Bu sabah da yağışın etkisiyle çamurlanmış güzargahımdan yürürken düşünüyordum. Ara ara programdan kopuyorum, genellikle bu zamanlarda “ne yazık ki” yıllardır her sabahıma ses katan sevgili Murat Taylan ile çakışıyor düşüncelerimiz. Televizyon programlarında zırvalayan o yavşak tipleri gördükçe delirişim ve “ekrana kafa atmak” isteyişim. Benzer duyguları yakın cümlelerle ifade ediyor. Artık o ergenlik dönemlerinin yalnızlık kıvranışları kalmadı tabi. Yalnız değilim evet, Murat Taylan ‘da aynı benim gibi düşünüyor, öfkeleniyor, üzülüyor.
Sonuç?
Yeditepe Üniversitesi, Bilgisayar Mühendisliği Öğrencileri Kongresi’ne Richard Stallman‘ı davet etmiş konuşmacı olarak. Elbette mantığına uygun olarak Bilgisayar Mühendisliği Bölümü öğrencilerinin katılımına izin verilmiş. Ama Stallman geliyor, dünya gözüyle bu özgün ve yenilikçi adamı görmeliyim dedim. Katılmak istediğimi bildiren bir mail attım. Olumlu yanıt gelmiş. Çok sevindim, çok mu sevindim, çok mu sevinmeliyim?
Daha önce ülkemizdeki sansürler ve kısıtlamalar hakkında ufak tefek karalamıştım. Sadece GNU/Linux üzerine bir blog oluşturmak istediğim için güncel olaylarla ilgili fikirlerimi burası yerine başka platformlarda dile getirmeyi tercih ettim. Ama düşünüyorum da hangi özgürlükten bahsedilebilir ki. Bir zaman cezaevindeki mahkumlara mizah dergileri gönderirdim. Çünkü adreslerini verip isterlerdi, hatırlıyorum. Bir insan cezaevinde ne kadar gülebilir? O zaman orijinal adıyla bir çeşit Pollyanna tadındaydım demek ki. Olayın bu boyutunu hiç düşünmemiştim. Uzun zamandır düşünüyorum. Aylardır dijital ortamda elde etmek için tırmaladığım özgürlüğün özellikle bu ülkede ne sefil bir çırpınış olduğunu düşünüyorum. Evler basılıp ağızlar kapatılmadan bas bas bağırmıyoruz. Bağırsak sesimizi duyuramıyoruz.
Bütün bunlar kafamın içinde dönüp dururken, yarım saatte bir açılıyor mu artık diye Oda Tv linkine tıklarken, daha kaç kişi cezaevinde ölecek, ailesinden, dostlarından kaç yıl daha uzak kalacak, sözlerimden kaçı kayıtlara geçecek, kaç cümlem boşlukta asılı kalacak, ne zaman özlemini duyduğum, emeğin ve insanın yüceldiği bir sabaha uyanacağım?
Özgür yazılım.
Hımmm..
Şu an en çok ihtiyaç duyduğumuz temel özgürlüklerimiz tehlike ve tehdit altındayken, yazılımlar özgürmüş, kodları açıkmış, lisansları sempatikmiş. Bir şeye yarar mı?
Yaramıyor, yaramayacak.
Bu yüzden Richard Stallman sadece bir deha olmanın ötesine geçmiştir benim gözümde. Çok bilgili ve becerili olmak yetmeyecek çünkü. Okulları dereceyle bitirmek, burslar kazanmak, sınavları geçmek, iyi bir evlat, parlak bir kariyer sahibi olmak, lüks eşyalar taşımak/kullanmak, güzel kadınlarla, mükemmel erkeklerle birlikte olmak, örnek, özel, romantik ilişkiler kurmak yet-me-ye-cek.
Uzayda kapladığımız yer tanımından öte bir hacme ulaşmayı hedefliyorsak yetmemeli.
Otto René Castillo‘nun yıllar önce aklımda yer eden ve hiç unutmayacağım şiirindeki gibi
Tüm yaşamını
İnandığı uğraşa veren için,
En mutlu sondur bir gün ölmek…
Biz insana inandık,
İnsanla yaşam,
Terk etmedi bizi demek…
Hele kazanan halk ise,
Ölümsüz örnekler verildiyse…
Yaşamın bir bölümünü değil,
Tümünü vermişlerse…
İnsan ancak, böyle insan olur.
Sabah akşam, kavgasını vererek,
İnsan olmanın
Şimdi diyeceksin yazıda o kadar şey var senin yorumladığına bak diye… Ama bu nasıl bir “kader”dir. Daha istanbul’dan çıkalı 1 ay olmadı. Stallman geliyor…
(: Yaza da Bodrum’a gelecekmiş, tekneyle koyları dolaşıp lisanslar ve kaynak kodlar konusunda balıkları bilinçlendirecekmiş:)
Harika olmuş. bu blogu gelişmelerini takip etmeye çalışırım.
Bu yazıyla bam telime basmışsın Irmak. 🙂